Spritüel Saçmalıklar


Başınıza gelen berbat bir olayın ertesinde ola ki birisi size “Her deneyimi insan kendi seçer” derse, kendisini bayıltacak bir yumrukla yere yıkın.
Ayıldığında kendisine “kendi seçmiş olduğu bu deneyimi yaşamasına imkan verdiğiniz için size teşekkür borçlu olduğunu” söyleyin. Sonra ısrarla, hemen ve hatta kafasına sargı dahi sarılmadan, hemen sizi affetmesini söyleyin; affetmenin en acil yüksek vasıf olduğunu hatırlatın. Sonra da “acı”nın zaten bir ilüzyon olduğunu, “fark etme” ve “iyi gözlemleme” ile “ân’ın farkındalığı”nın gücünü yakalayacaklarını anlatın ve devam edin, “kurban” diye bir şey yoktur deyin; hatta kafasının acısı hala taze olduğundan kendisi için yaratmış olabileceği “kurban hikayesi”ni tersine çevirmenin kendi elinde olduğunu vurgulayın.Tam ayağa kalkacağı sırada iterek tekrar yere yapıştırın ve hatırlatın:

“Gördüğün ve deneyimlediğin her şey, aslında sana kendini yansıtıyordur. Demek ki senin şiddetle yüzleşmeni gerektiren bazı hayat sorunsalların vardı. Bak sana ne güzel bir hediye sundum. Şimdi şükran duy” deyin. Ardından da kendisine yaptığınız bu iyiliğe karşılık para isteyin. Kredi kartının pin numarasını da isteyin.

Kızmaya başlayacak olursa, hatırlatın: öfke ve yargılama düşük frekanslı enerjilerdir ve hiçbir zaman hiç kimse suçlu değildir.
Eğer bu ifadeler onu yatıştırmadıysa, ego’nun en büyük düşman olduğunu anlatın; yaşanan bu durumu kabul edilemez bulan kısımlarının sadece yeniden tanımlanması gerektiğini ekleyin.

En son da şunu ekleyin:
“Sen bir matrix içerisinde hapsolmuş olarak dünyayı sınırlı merceklerden görüyorsun.” Kendisini bu matrix tuzağından kurtarmak için burada olduğunuzu söyleyin.

Sonra da cüzdanını çalın ve gidin ki, hayata dair son derecede değerli bir başka dersi, yani hiçbir şeye bağlanmamak gerektiğini anlasın ve düşüncelerin nasıl manifest olduğunu bir daha unutmasın .

Jeff Brown

Gerçeği, yalnızca gerçeği ve gerçeğin tamamını

TELEVİZYON ve sinemalarda içinde mahkeme sahnesi olan çok sayıda Amerikan filmini Türkçe altyazılı veya Türkçe dublajlı olarak izlemişizdir. Bu filmlerdeki sanık ve tanıklar “doğruyu söyleyeceğim” diye yemin eder.

Amerikan yargısındaki yemin bu değildir. Tercüme hatasının sebebi, mesleki yetersizlik değildir. Hepsinin benden iyi İngilizce bildiği kesindir. Sebep, çevirmenlerin yemini Amerikan değil, Türk “zihniyetiyle” anlamalarıdır. Bir başka açıklama da şu olabilir. Çevirmenler aslında ne yaptıkları biliyordur. Ancak onlar seyircinin “zihniyetine” uysun diye Amerikan yeminini, Türk kültürüne adapte etmişlerdir.

YEMİNİN İNGİLİZCESİ VE TÜRKÇESİ

Amerikan yemini üç bileşenden oluşur:
1. THE TRUTH.
Türkçesi “gerçek”. Truth’un Türkçesi, “doğru” değildir. Nesnel bağlamda “doğru”nun İngilizcesi “true” dur. Sınavlardaki Doğru-Yanlış (True-False) seçeneklerinde olduğu gibi. “Doğru”nun öznel bağlamda karşılığı ise “right”, zıttı “wrong” tur. Amaçla tutarlı demektir. “Doğru” değer hükmü içerir. Hâlbuki hükmü yargı verecektir.

2. THE WHOLE TRUTH.
Türkçesi “gerçeğin tamamı”

3. AND NOTHING BUT THE TRUTH.
Türkçesi “yalnızca gerçeği”.
Amerikan yeminindeki “tell” fiili, söylemek değil, anlatmaktır. Yeminin Türkçesi şöyle olabilir. “Gerçeği, yalnızca gerçeği ve gerçeğin tamamını anlatacağıma yemin ederim”.

GERÇEĞİN TAMAMAMINI SÖYLEMEYEREK YALANCILIK YAPMAK

Yeminin metninden anlaşılacağı üzere “yalan” iki biçimde söylenebilir. Birinci gerçek olmayan bir şeyi gerçekmiş diye anlatmak; ikincisi gerçeğin bir kısmını anlatmamak yani “pasif yalancılık” yapmaktır. Orta Doğu kültüründe (bu kültürün temeli İslam’dır) gerçeğin bir kısmını anlatmamak yalancılık sayılmaz. Çünkü ortada “söylenmiş” gerçek dışı bir şey yoktur. Kişi “yalan söylemedim dese, başı ağrımaz”. Yani günah işlemiş olmaz.

HEM YALANCI, HEM DE VİCDANI RAHAT OLMAK

Dünyanın her yerinde insanlar çıkar sağlamak veya beladan kaçınmak için yalan söyler. Ancak bu “her millet aynı derecede yalancıdır” demek değildir. Mesela bir süre ülkelerinde yaşadığım Amerikalılar, bize göre çok az yalan söyler. Gelişmiş toplumların hemen hepsinde bu böyledir. Bir toplumun “yalancılık derecesi” ile “gelişmişlik düzeyi” arasında kesin bir ilgileşim vardır. Toplumlar yalancılıktan uzaklaştıkça o ülkede “güven ortamı” oluşur. Ticari hayat canlanır. İşlem maliyeti düşer, refah artar.

Son Söz: Yalan, eksik anlatma şeklinde söylense de baş ağrıtmalıdır.

Tinin fısıldaması

Eskiden bozacılar vardı mahallelerde. Şimdilerde nadir oluyor. Tin bazen bir bozacı şeklinde sorunuzu cevaplayabiliyor. Biraz bağırarak fısıldamış oluyor gerçi ama tine güveniyorum. Doğru zamanda doğru işaretleri hep vermiştir.

Bir de “bozacının şahidi şıracı” diye bir deyim var ki tam aslında konuya uygun. Tinin mizah anlayışı işte…

Geri Tepme Etkisi “Backfire Effect”

İkna etmeye çalıştığınız insanlar, önlerine ne kadar kanıt koyarsanız koyun, inandıkları şey her ne ise ona daha sıkı sarılmaya başlarlar..

Bunun en temel nedeni de oluşturdukları dünya görüşünün tehdit altında olduğunu düşünmeleridir..

Aslında bu davranış biçimi iki faktörün sonucudur:
“Bilişsel uyumsuzluk ve geri tepme etkisi”
Bilişsel Uyumsuzluk Teorisi Leon Festinger tarafından 1957 yılında ortaya atılmıştır. Bu teori, insanın bilişsel yapılanmasında sıkça meydana gelen çelişkili durumların anlaşılması ile ilgilidir..

İnsanın, zihninde çatışan fikirleri, hisleri olduğu zaman duyduğu bir tedirginlik ve rahatsızlık durumu vardır. Bu çatışma bir belirsizlik, bir dengesizlik yaratır. Rahatlamak ve zihinsel balansı sağlamak için, bu çatışmayı sonlandırmak amacıyla bizi içten içe dürten bir şeyler hissederiz. Çatışmayı yaratan zihinsel etkenlerden birini veya birkaçını, tutarlı ve dengeli bir zihin ortamına kavuşmak için manipüle ederiz. Yani, kendi kendimizi kandırırız ve bu bizi rahatlatır..

İlk defa Brendan Nyhan ve Jason Reifler tarafından terim olarak kullanılan Geri Tepme Etkisi (Backfire Effect) ise inançlarına aykırı bir kanıt ile karşılaşan bireylerin bu kanıtı reddederek inançlarına daha da sıkı bir şekilde bağlanmalarını ifade eden bilişsel bir yanlılıktır.
Geri tepme etkisine göre, bireylerin doğru olarak kabullendikleri herhangi bir olgu bilimsel olarak çürütüldüğünde bile bireyler üzerinde tam tersi bir etki yaratabiliyor. İnanç ne kadar ideolojik ve duygu-temelliyse, aykırı kanıtın etkisiz olma olasılığı da o derece artıyor. Kanıtın doğru olma olasılığına daha açık olmak yerine birçok kişi ilk etapta kabullendikleri olgunun doğru olduğunu ikna oluyorlar. İnançlarını sorgulamak yerine onlara sadık kalmayı tercih ediyorlar.
Anlatılan gerçekler durumu daha da kötüleştiribiliyor o zaman insanları inançlarının hatalı olduğuna ikna etmek için neler yapabiliriz..?

1- Duyguları konudan uzak tutun..
2- Tartışın ama saldırmayın..
3- Dikkatli dinleyin ve karşı görüşü de tam olarak anlamaya çalışın..
4- Saygı gösterin..
5- Neden bu fikre inandığını anladığınızı ifade edin..
6- Değişen gerçeklerin mutlaka değişen dünya görüşleri anlamına gelmediğini açıklayın..
7- Bu stratejiler, insanların zihnini değiştirmek için her zaman etkili olmayabilir ama denemekte ve anlamakta fayda var..

Line of Duty dizi

Yozlaşmış polisleri yakalayan polislerin konu aldığı bu İngiliz dizisi oldukça güzel ve zekice unsurlar içeriyor. Başta kamera çekimleri rahatsız edici olsa da sonra alışıyorsunuz. Kişiler arasındaki ilişkiler, ince espriler, İngiliz tarzı bakışlar ve sürprizli sonlar diziye güzel bir hava katıyor.

Hoşgörü

Nedir hoşgörü? Ve elbette hoşgörülü olmak…

Bu kelime bende önceleri olumlu bir anlam uyandırırdı. Aa ne güzel derdim, hoşgörülü olmak, hoşgörülü insanlar. Ama zamanla bu kelime bende olumsuz bir anlam yaratmaya başladı. Kim kime hoşgörü gösterme -sözde yüceliğine- lüksüne sahipti. Hoşgörünün temelinde olan şey rahatsızlıktır. Bir kimseden rahatsız oluyorsanız ona hoşgörü gösterirsiniz.

Peki şimdi asıl sorulara gelelim. Bir insan bir insanın ırkından, cinsel yönelimlerinden, cinsiyetinden, dini inancından, maddi durumundan neden rahatsız olur? Ne hakla rahatsız olur da hoşgörü gösterir?

Hoşgörü değil durugörü istiyorum. Zaten kızmaya hakkınız olmayan şeylere bir de lütfedip hoşgörü göstermeniz sizi yüceltmiyor, küçültüyor gözümde.

Einstein sözlerinin ilişkiye modellenmesi

Einsteindan iki sözün ilişkiler için çok kullanışlı olduğunu düşünüyorum. Birincisi şu;

Aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemek aptallıktır.

Yani diyelim ki X kişisi bekletilmekten hoşlanmıyor. Ve her bekletildiğinde kavga veya tartışma çıkarıyor. Siz ise kavga veya tartışma çıkmasın istiyorsunuz. Ama bir sonraki sefer yine onu bekletiyorsunuz.

İkincisi ise;

Sorunları çözmeye çalışırken, o sorunları yaratırken kullandığımız düşünce yapısını kullanamayız.

Sorunları neden çözemediğimiz genellikle o sorunları yaratan düşünce yapısından kurtulamadığımız içindir. Bu sözün bir farklı versiyonu da sorunları onların yarattığı düzlemde çözemezsinizdir. Bir üst düzleme çıkıp yukarıdan bakmak gerekir sorunlara.